Pazar, Eylül 26

alıntılar -3-

1- bir küçüçük güllen minicik bir bülbülün devasa aşkıdır bu.asırlardır dillenen dilden dile söylenen gahi leyla gahi mecnun,öyle ya her aşıkın bir ahı var. sakın olaki biri ottur biri kuştur diye küçümseme gafletine düşmeyesiniz, sonra öyle bir bülbül olursunuz ki daha ötmesini bilmeden gülün goncasının açmasını bekler durursunuz. o minicik bülbül ki o boyuna posuna bir lokmacık etine bakmadan semada uçuşup dururken öyle bir koku almışki bir anda başı dönmüş, kolu kanadı kırılmış gülün rayhasının meftunu olup acep nerden gelir bu koku diye semadan yere doğru pike yapıp seyirtmiş.uzun bir mühtet ağaçların çalıların otların arasında bu güzel kokunun sahibesini aramış durmuş.
bulamayıncada yüksek bir yere konmuş yanık yanık öterek sesini duyurmaya çalışmış.
kaşları yayım çehresi ayım benlerin çoktur akranın yoktur bir yüzüm ahım zülfü siyahım bakıp durmalı cana sarmalı hemen almalı. gül uzaklardan gelen bu hoş serencamı işitmiş o da bu bu güzeller güzeli sesin sahibine bir anda meftun olmuş. rahiyasından olabildiğince kokuları rüzgarın peşi sıra savurmuş. bülbül rüzgarın ardından gelen bu kokuları takip etmiş.
bülbül gülü görmeden kokusuna meftun olmuş gül bülbülü görmeden sesine aşık olmuş. aşukla maşuk vuslat hasretiyle yanıp kavrulurken kavuşmaları çok fazla vakit almamış. vuslat hasrete mani olamamış.
bülbül güle öyle sevdalanmış öyle sevdalanmış ki onun her halini görmek istemiş. yaprağında benim dikeninde benim esanda benim cefanda benim olsun demiş. gülde sevdalısının sesine öyle meftun olmuş ki ona en güzel kokularından hediye
edebilmek için bir solmuş bir açmış bir solmuş bir açmış ve ona en güzel halini göstermek istemiş. gül kokusuyla dile gelmiş "ah benim efendim selvi bülendim izzette yekta sadette bihemta muhabbette lanazir güzellikte bil kusur candan azizim şekerden lezizim efendim canım sultanım makbulunüz olmaktır niyazım". her aşkın bir cilvesi vardır bülbül ile gülün aşkının cilvesi ise birbirlerine aşık olup kavuşup hasretlerinin son bulmamasıdır.yani vuslatın hep bir başka bahara kalması. bülbül öttükçe gül açmış gül açtıkça kokusu bütün aleme yayılmış gül utancından gonca haline dönmüş bülbül gülün bu halini görebilmek için var gücüyle ötmüş ötmüş ötmüş...
gel gelelim gülün tomurcuktan gonca haline geçtiği sıra hep bitap düşüp
yorgunluktan uykuya gaflete dalmış. her uyandığında gül açmış bülbül feryat figan edip göremediğine yanmış ve o günden beri her sabah vakti bu ızdıraplı aşk tekerrür edip durmuş.bülbül sevdiğinin gonca halini görmek hasretiyle bir ömür ötmüş
gül ise sevdiğinin en güzel halini görebilmesi ümidiyle bir ömür boyu açmış açmış solmuş.

ne gül olmak kolay ne de bülbül olmak bülbül olmayı seçtiysen bir ömür yanacaksın gül olmayı seçtiysen bir ömür solacaksın...

heredot cevdet, ekmek teknesi

2- cumhuriyet kadrolarının türkçe kur'an çevirileri ve türkçe ibadet meselesinde ikidebir luther'e atıf yapmaları boşune değildir. kuran-ı kerim i türkçeye çeviri teşebbüsleri esasen masum bir anlama ihtiyacını karşılamak için ortaya çıkmış da değildir. tam tersine ulus devlete dönüşme süreci bu söylemi ortaya çıkardı. ulus müslüman toplumu ifade eden bir kavram değildi. çünkü bizde ümmet/millet kavramı vardı. yani batılılaşma ve modernleşme bizde ulus devleti doğurdu, bu süreci hızlandırdı ve hatta manipüle etti. kuran'ı çeviri hareketi ise bu uluslaşma sürecinde ortaya çıkan bir olgudur. halkın anlayabileceği bir dil sloganıyla arapçayı ve dolayısıyla ulemayı tasfiye etmek amaçlandı. nitekim luther de latinceyi ve dolayısıyla kiliseyi böyle tasfiye etmişti.

dücane cündioğlu- kur'an'a ve dil'e dair

0 yorum: